Hani “orada bir köy var”dı,
“gelmesek de gitmesek de bizim”di ya
artık o köyler yok.
“Kent ve ilçe merkezlerinde seçim kazanacağız” diye,
ismini mahalleye çevirip köylerin,
boşaltıverdiler içini.
Malvarlıklarına el konuldu köylerin,
hepsi büyükşehirlerin eline geçti,
belediye muhalifse, İzmir Alaçatı’da olduğu gibi,
Diyanet’e devrettiler her şeyi.
Artık meraları da yok köylerin
ya da köy bütçelerini ayakta tutan tarlaları, bahçeleri de,
hatta hatta mühürleri bile yok muhtarların.
Alanlarsa mühürlerini 75 Lira ödemek zorunda kalmışlar.
Korku Cumhuriyeti’nde, ismini vermiyorum köyün
(il, ilçe başkanı iktidar partisinin
vazife çıkarıp durumdan, düşman kesiliyorlar ya
birey ya da kurumlara o yüzden isim vermeyişim)
diyor ki muhtar;
“Mühür olsa ne olacak?
Hiçbir yetkimiz yok
ama nasılsa sorumluluklar yüklemişler.”
“E biliyordunuz bunu
ama yine oy vermişsiniz AKP’ye” diyorum,
“Böyle olacağını bilmiyorduk” diye yanıt veriyor.
Komedi büyük.
Mücavir alan içinde hayvancılık yapılamaz mesela,
100 dönümün üstü olursa toprak
işletme ruhsatı verilebiliyor.
Küçük aile işletmelerinden oluşan çiftçiliğimizde
kaç ailenin 100 dönüm arazisi var Allah aşkına?
Bu da iktidara yakın holdinglere peşkeş çekmenin
başka adı,
orta ölçekli işletmeleri bitirmenin
başka adı.
Biraz daha uyanmazsa köylü,
kendi toprağında amele olacak.
Oysa köy tüzel kişiliği ve ihtiyar heyeti
demokratik sistemin ilk ve en gerçekçi basamağıydı.
Üç-beş oy uğruna
böylesine oynamak idari yapıyla
ileriki yıllarda onulmaz yaralar açacaktır.
Şimdilik patlayan borular için büyükşehirden
iki aydır teknik ekip gelmesi bekleniyor ama
bugünleri bile arayacak köylüler.
Hani Kazak Abdal diyor ya,
“yıktı harap etti köyü…” diye,
işte tam da öyle.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)